Kur'an-ı Kerim Arap lisanı üzere nazil olmuştur. Bir çok âyetlerde Kur'an Arabî olmakla tavsif edilir.
Resulullah, Kur'an'ı kavmine anlıyacakları açık bir lisanla okuyordu; bundan on beş asır evvelki Arap diliyle yâni Hicaz'da, Mekke'de konuşulan Kureyş diliyle ifade edilmiştir. Bunda hiç şüphe yoktur. Ancak şurası da bilinmelidir ki, arapça o devirde bir dildi, fakat muhtelif lehçeleri olan bir dil. Kur'an ise Kureyş lehçesiyle inmiştir. Çünkü Mekke bir kültür merkezi idi; arapçanın en güzeli orada konuşuluyordu.
Mekke hac mevsimiyle, Beyti Şerifiyle, birer edebi dernek olan Ukâz, Zül, Mecâz, Mecenne gibi panayırlarıyla Arapların kültür merkezi olduğu gibi aynı zamanda ticaret merkezi idi. Arap kafileleri, ticaret kervanları şimale, cenuba giderek başka yerlerle temas halinde idi. Şimale gelenler Bizans'a tabi olan Hıris-tiyanlarla temas ediyorlar, şimal doğuya gidenler İran Mecusileriyle görüşüyorlardı. Bu temaslarda kültür, medeniyet, edebiyat, vesaireye dair bilgi ediniyorlardı. Medeniyetin ve kültürün bir milletten başka bir millete geçişi temaslarla olur. Komşu milletler birbirlerinden görüp öğrenirler.Bu temaslar ve ticari münasebetler neticesinde Farsça ve Yunanca kelimeler Arapçaya girmiştir. En büyük kültür lisanıdır. Milletlerin birbirleriyle temasları neticesinde ilk müteessir olan lisandır. Aynı yol ile Arapçaya Süryanice, İbranice, hattâ Türkçe lûgatlardan da kelimeler girmiştir.Cenuba giden ticaret kervanları da böyle temaslar yapıyordu. Hatta ticaret merkezi olan Mekke'de az da olsa İranlı, Yunanlı, Mısırlı, Habeşli kimseler gelip oturuyorlardı. Şüphesiz bunlar Arapçayı öğreniyorlardı. Arapçaya da bir çok kelimelerin bu vesile ile girmesi tabii bir şeydir. Bütün bunlardan şu neticeye varırız: Mekke lisanı diğer Arap lehçelerinden bu giren kelimeler bakımından farklı idi. Onlarda bu yabancı dillerden giren kelimeler yoktu. Çünkü onlarda bu kelimelerin medlülleri, müsemmaları yoktu. Onun için aşağıda Kur'an'daki Arapça olmayan kelimeleri sayarken bir çoğunun Araplarda olmayan, bulunmayan, Arap hayatının tanımadığı şeylere ait kelimeler olduğunu göreceğiz. Temaslar neticesi giren bu kelimeler hac kafileleriyle yavaş yavaş kabileler arasına da yayılıyordu.
Mevzuatül-Ulûm bu hususta diyor ki:
"Vakta ki meselâ siyab-ı cenneti zikretmek vacip olduysa ve lâfzı müfred zikri siyabül-harir demekten evlâ olduysa lâfzı "İstebrak" zikrolundu. Zira, Arapta siyab-ı harir olmamağın anın için bir ismi müfred dahi vaz' olunmamıştır. Bunun gayrı dahi bu kıyas üzeredir."
Demek Arapçaya da başka milletlerin dillerinden kelimeler girmişti. Zaten yeryüzünde başka dilden kelime almayan tek bir dil var mıdır? Bugün birbirine yabancı saydığımız diller arasında müşterek kelimeler yaşamıyor mu? Hele bir guruptan olan diller arasında bunlar ne çoktur. Fransızca, İngilizce, Almanca ile Farsça arasında müşterek kelimeler ne kadar boldur. Bu dillerde Arapçadan alınma kelimeler de vardır. Türkçede Farsça, Farsçada Türkçe kelimeler çoktur. Böylece Arapçada da, başka dilden kelimeler mevcuttur. İslâmın geniş müsamaha ve ilmi hürriyet devrinin âlimleri bu kelimeleri tesbit etmişlerdir.
Mevzuatül-Ulûm bu bahsinde şöyle diyor:
"Arap/Aribe bazı harekât ve esfarda şâir elsine eshabı olan nâs ile ihtilat ve istinas eylemişlerdir. Ol cihetten anların lûğatından bazı elfaz ve kelimat kendilerin lisanı ile mahlut ve memzuç olup mabeynlerinde bu veçhile sâri oldu ki fasih mecrasına câri olup anları dahi muhaverât ve eş'âr ve edebiyatta istimal ve isbat eylediler, ol ecilden Kur'an-ı Azim'de dahi lûgat-ı mezbure idhal olunup ol veçhile inzal olundu... Böyle bir kaç kelimâti gayr-i Arabiyye-i kalileyi müştemil olmak Kur'an Arabî olmağa münafi değildir."
Mevzuatül-Ulûm burada şu ince noktaya da işaret ediyor: ''Ve dahi bunun vukuunda hikmet budur ki Kur'an-ı Mübin, camii ulûmi evvelin ve âhirin ve
hâkii nehci mütekaddimin ve müteehhirindir. Bes anda cemi-i elsine ve lûgata işaret olmak gerektir.
Lâkin her lûgattan Ahef ve A'zebi ve Miyanı Arapta istimal cihetinden ekseri ihtiyar olunmuştur." İbni Nakîb, Hasais-i Kur'an'da şunu kaydeder:
"Kur'an bütün Arap dillerini, lûgatlarını havi olduğu gibi Rum, Acem, Habeş, vesair milletlerin lûgatlarından da çok şey ihtiva eder."
Umumî Peygamberin kitabında bilûmum dillerden kelimeler bulunmak yüksek bir remz taşır. Bu bütün insanlığı kucaklayan bir vahdet sembolüdür. Milletleri birleşmeye dâvettir.
Tacüddini Sübkî (H. 756/M. 1355) Kur'an'da vaki Arapça olmayan kelime-lerden yirmi yedisini bir manzumede toplamıştır. Sonra İbni Hacer (H. 852/M. 1448) 24 kelimeyi buna ilâve etmiştir. Süyutî de 60 kadar kelimeyi nazma çekip bunları tamamlamıştır. Hepsi yüzden fazla olmuştur.
Bu manzumelerin üçü de Mevzuâtül-Ulûm'un ikinci cildinde yazılıdır.
Kahire Şarkiyyat Enstitüsü Sami Diller Profesörü Ajeffery, 1938'de neşrettiği eserinde Kur'an'da 320 yabancı kelime çıkarıyor. Bunların üçte biri mevki isimleri ve şahıs adlarıdır. Alemler değişmez. Kalanın bir kısmı Sami dil-lerle kök maddeleri müşterektir. Telâffuz ayrılır. Ona göre Ednâ bir mülâbese ile dile girmiş yabancı kelime sayılanlar da vardır: Âyet, Errahman, Tefsif, Din, Rab, Kitab, Nebî, İlâh... gibi...
Yukarıda bahsi geçen manzumelerde İbni Hacer (Rahim) kelimesini, Süyutî
ise (Rahman, Melekût, Kâfir, Kayyum) kelimelerini Arapça olmayan kelimeler meyanında sayar.Ajeffery, tennür kelimesinin tandırdan olduğunu söylüyor. Kelime Akatça yani Türkçedir. Gassak, tennür kelimeleri gibi yakut, turab kelimelerini de Türkçe gösterirler. Bunları eski kaynaklar zikrederler.
Bu yabancı kelimelere bakarsak bir kısmı: Tur, Rum,Yahud, Mecusî, Tagut, Mısır gibi alemdir. Hâs isimdir. Onlar pek tabii değişmez. Bir kısmı: Süradık, Eraik, İstebrak, Sündüs, Sicil, Karatis, Esfar gibi cahiliyet hayatının tanımadığı şeylerdir. Bir kısmı: Selsebil, kâfur, zencebil, yakut, ebarık gibi bedevi hayatta bulunmayan şeylerdir.
İslâm uleması Kur'an'daki bu gibi kelimeleri tesbit etmişler, yabancı dil-lerden eskiden girip te Arapçaya karışmış, Arapçanın malı olmuş bulunduğundan Kur'an'ın istimal ettiği bu gibi kelimeleri, kabilelerin lehçelerinden olanları toplamışlar, onları gösterir eserler yazmışlardır.
Resulullah, Kur'an'ı kavmine anlıyacakları açık bir lisanla okuyordu; bundan on beş asır evvelki Arap diliyle yâni Hicaz'da, Mekke'de konuşulan Kureyş diliyle ifade edilmiştir. Bunda hiç şüphe yoktur. Ancak şurası da bilinmelidir ki, arapça o devirde bir dildi, fakat muhtelif lehçeleri olan bir dil. Kur'an ise Kureyş lehçesiyle inmiştir. Çünkü Mekke bir kültür merkezi idi; arapçanın en güzeli orada konuşuluyordu.
Mekke hac mevsimiyle, Beyti Şerifiyle, birer edebi dernek olan Ukâz, Zül, Mecâz, Mecenne gibi panayırlarıyla Arapların kültür merkezi olduğu gibi aynı zamanda ticaret merkezi idi. Arap kafileleri, ticaret kervanları şimale, cenuba giderek başka yerlerle temas halinde idi. Şimale gelenler Bizans'a tabi olan Hıris-tiyanlarla temas ediyorlar, şimal doğuya gidenler İran Mecusileriyle görüşüyorlardı. Bu temaslarda kültür, medeniyet, edebiyat, vesaireye dair bilgi ediniyorlardı. Medeniyetin ve kültürün bir milletten başka bir millete geçişi temaslarla olur. Komşu milletler birbirlerinden görüp öğrenirler.Bu temaslar ve ticari münasebetler neticesinde Farsça ve Yunanca kelimeler Arapçaya girmiştir. En büyük kültür lisanıdır. Milletlerin birbirleriyle temasları neticesinde ilk müteessir olan lisandır. Aynı yol ile Arapçaya Süryanice, İbranice, hattâ Türkçe lûgatlardan da kelimeler girmiştir.Cenuba giden ticaret kervanları da böyle temaslar yapıyordu. Hatta ticaret merkezi olan Mekke'de az da olsa İranlı, Yunanlı, Mısırlı, Habeşli kimseler gelip oturuyorlardı. Şüphesiz bunlar Arapçayı öğreniyorlardı. Arapçaya da bir çok kelimelerin bu vesile ile girmesi tabii bir şeydir. Bütün bunlardan şu neticeye varırız: Mekke lisanı diğer Arap lehçelerinden bu giren kelimeler bakımından farklı idi. Onlarda bu yabancı dillerden giren kelimeler yoktu. Çünkü onlarda bu kelimelerin medlülleri, müsemmaları yoktu. Onun için aşağıda Kur'an'daki Arapça olmayan kelimeleri sayarken bir çoğunun Araplarda olmayan, bulunmayan, Arap hayatının tanımadığı şeylere ait kelimeler olduğunu göreceğiz. Temaslar neticesi giren bu kelimeler hac kafileleriyle yavaş yavaş kabileler arasına da yayılıyordu.
Mevzuatül-Ulûm bu hususta diyor ki:
"Vakta ki meselâ siyab-ı cenneti zikretmek vacip olduysa ve lâfzı müfred zikri siyabül-harir demekten evlâ olduysa lâfzı "İstebrak" zikrolundu. Zira, Arapta siyab-ı harir olmamağın anın için bir ismi müfred dahi vaz' olunmamıştır. Bunun gayrı dahi bu kıyas üzeredir."
Demek Arapçaya da başka milletlerin dillerinden kelimeler girmişti. Zaten yeryüzünde başka dilden kelime almayan tek bir dil var mıdır? Bugün birbirine yabancı saydığımız diller arasında müşterek kelimeler yaşamıyor mu? Hele bir guruptan olan diller arasında bunlar ne çoktur. Fransızca, İngilizce, Almanca ile Farsça arasında müşterek kelimeler ne kadar boldur. Bu dillerde Arapçadan alınma kelimeler de vardır. Türkçede Farsça, Farsçada Türkçe kelimeler çoktur. Böylece Arapçada da, başka dilden kelimeler mevcuttur. İslâmın geniş müsamaha ve ilmi hürriyet devrinin âlimleri bu kelimeleri tesbit etmişlerdir.
Mevzuatül-Ulûm bu bahsinde şöyle diyor:
"Arap/Aribe bazı harekât ve esfarda şâir elsine eshabı olan nâs ile ihtilat ve istinas eylemişlerdir. Ol cihetten anların lûğatından bazı elfaz ve kelimat kendilerin lisanı ile mahlut ve memzuç olup mabeynlerinde bu veçhile sâri oldu ki fasih mecrasına câri olup anları dahi muhaverât ve eş'âr ve edebiyatta istimal ve isbat eylediler, ol ecilden Kur'an-ı Azim'de dahi lûgat-ı mezbure idhal olunup ol veçhile inzal olundu... Böyle bir kaç kelimâti gayr-i Arabiyye-i kalileyi müştemil olmak Kur'an Arabî olmağa münafi değildir."
Mevzuatül-Ulûm burada şu ince noktaya da işaret ediyor: ''Ve dahi bunun vukuunda hikmet budur ki Kur'an-ı Mübin, camii ulûmi evvelin ve âhirin ve
hâkii nehci mütekaddimin ve müteehhirindir. Bes anda cemi-i elsine ve lûgata işaret olmak gerektir.
Lâkin her lûgattan Ahef ve A'zebi ve Miyanı Arapta istimal cihetinden ekseri ihtiyar olunmuştur." İbni Nakîb, Hasais-i Kur'an'da şunu kaydeder:
"Kur'an bütün Arap dillerini, lûgatlarını havi olduğu gibi Rum, Acem, Habeş, vesair milletlerin lûgatlarından da çok şey ihtiva eder."
Umumî Peygamberin kitabında bilûmum dillerden kelimeler bulunmak yüksek bir remz taşır. Bu bütün insanlığı kucaklayan bir vahdet sembolüdür. Milletleri birleşmeye dâvettir.
Tacüddini Sübkî (H. 756/M. 1355) Kur'an'da vaki Arapça olmayan kelime-lerden yirmi yedisini bir manzumede toplamıştır. Sonra İbni Hacer (H. 852/M. 1448) 24 kelimeyi buna ilâve etmiştir. Süyutî de 60 kadar kelimeyi nazma çekip bunları tamamlamıştır. Hepsi yüzden fazla olmuştur.
Bu manzumelerin üçü de Mevzuâtül-Ulûm'un ikinci cildinde yazılıdır.
Kahire Şarkiyyat Enstitüsü Sami Diller Profesörü Ajeffery, 1938'de neşrettiği eserinde Kur'an'da 320 yabancı kelime çıkarıyor. Bunların üçte biri mevki isimleri ve şahıs adlarıdır. Alemler değişmez. Kalanın bir kısmı Sami dil-lerle kök maddeleri müşterektir. Telâffuz ayrılır. Ona göre Ednâ bir mülâbese ile dile girmiş yabancı kelime sayılanlar da vardır: Âyet, Errahman, Tefsif, Din, Rab, Kitab, Nebî, İlâh... gibi...
Yukarıda bahsi geçen manzumelerde İbni Hacer (Rahim) kelimesini, Süyutî
ise (Rahman, Melekût, Kâfir, Kayyum) kelimelerini Arapça olmayan kelimeler meyanında sayar.Ajeffery, tennür kelimesinin tandırdan olduğunu söylüyor. Kelime Akatça yani Türkçedir. Gassak, tennür kelimeleri gibi yakut, turab kelimelerini de Türkçe gösterirler. Bunları eski kaynaklar zikrederler.
Bu yabancı kelimelere bakarsak bir kısmı: Tur, Rum,Yahud, Mecusî, Tagut, Mısır gibi alemdir. Hâs isimdir. Onlar pek tabii değişmez. Bir kısmı: Süradık, Eraik, İstebrak, Sündüs, Sicil, Karatis, Esfar gibi cahiliyet hayatının tanımadığı şeylerdir. Bir kısmı: Selsebil, kâfur, zencebil, yakut, ebarık gibi bedevi hayatta bulunmayan şeylerdir.
İslâm uleması Kur'an'daki bu gibi kelimeleri tesbit etmişler, yabancı dil-lerden eskiden girip te Arapçaya karışmış, Arapçanın malı olmuş bulunduğundan Kur'an'ın istimal ettiği bu gibi kelimeleri, kabilelerin lehçelerinden olanları toplamışlar, onları gösterir eserler yazmışlardır.