24 Mart 2012 Cumartesi

Osmanlı Nostradamus'u

Osmanlı Nostradamus'u En meşhur müneccimlerden olan Hüseyin Efendi medrese tahsilini tamamlayıp, yapılan imtihanda başarılı olduktan sonra sarayda müneccim olarak çalışmaya başlamıştı. Hocası Mehmed Çelebi vefat ettikten sonra da hocasının yerine müneccimbaşılığa yükseldi. Kısa sürede devrin hükümdarı Dördüncü Murad'ın gözüne girdi ve sık sık hediyeler aldı. Hüseyin Efendi'nin şöhretini artıran asıl hadise ise 1640 yılı için hazırladığı gelecekten haberler veren "Ahkâm takvimi" oldu. Hazırladığı takvimde Dördüncü Murad'ın öleceğini ve yeni bir cülus olacağını "Hüseyin-i Nâ-Murad" diyerek işaret etmişti. 1640'ta Dördüncü Murad'ın ölmesiyle müneccimbaşının tahmini doğru çıkmıştı. Bu hadise müneccimbaşına büyük bir şöhret sağladı. Hüseyin Efendi, yeni padişah Sultan İbrahim döneminde de görevine devam etti. 1648 yılı için hazırladığı takvimde Sultan İbrahim'in öleceği ve Dördüncü Mehmed'in padişah olacağı açıkça yazılmadığı için Hüseyin Efendi'ye "Bu sene için yaptığınız takvimde nasıl olup da padişahın öleceğini ve Sultan Mehmed'in tahta çıkacağını keşfedip, işaret etmediniz" diye tenkit edildi. Bu tenkit üzerine Hüseyin Efendi, hazırladığı takvimi göstererek Sultan İbrahim için kullandığı lakaplardan birinde buna işaret ettiğini gösterdi. Her taşın altından çıktı İki padişahın da öleceğini tahmin eden Hüseyin Efendi İstanbul'da en fazla aranan insan olmuştu. Şöhretiyle beraber serveti de gün geçtikçe arttı. Statü olarak devlet protokolünün alt sıralarında yer alan müneccimbaşı, şöhreti sayesinde her taşın altından çıkmaya başlamıştı. Devletlerarası bunalımlara yol açacak kadar ileri giden Hüseyin Efendi rüşvetle iş yapmaktan da geri kalmıyordu. Hüseyin Efendi'nin her söylediği kesin gerçekmiş gibi kabul görüyordu. Ancak bu durum ve devlet geleneğinin altüst edilmesi devlet adamlarının canını sıkıyordu. Devlet ileri gelenleri şöhretinden dolayı ses çıkaramadıkları Hüseyin Efendi'yi devre dışı bırakmak için fırsat kollamaya başlamışlardı. Tahmini tutmadı, canından oldu Müneccimbaşı Hüseyin Efendi'nin yine önce gözden düşmesine, sonra da öldürülmesine geleceği tahmin için hazırladığı "Ahkâm Takvimi"ndeki hataları sebep oldu. 1650 yılı için hazırladığı Ahkâm Takvimi'nde dönemin padişahı için kullandığı lakapların birinden, daha önce kendisinin bulduğu yöntemleri kullanarak "vefat-ı Mehmed" hükmünü çıkarıp, çocuk padişah Dördüncü Mehmed'in ölüp, yeni bir cülus olacağına işaret etti. Hüseyin Efendi'nin aleyhtarları fırsatı ganimet bilip, durumu hemen Dördüncü Mehmed'e ilettiler. Henüz 8 yaşında olan Dördüncü Mehmed, çevresinin tesiriyle müneccimbaşını görevden alarak, hapse attırdı. Birkaç gün sonraysa hapisten çıkarılıp, sürgün olarak İstanbul'un dışına gitmesine izin verildi. Ama şöhretinden durumunun farkına varamayan Hüseyin Efendi İstanbul'dan ayrılmayıp, yakın dostu silahdâr kâtibinin İstinye'deki yalısında saklandı. Başına gelenleri bir türlü kabullenemiyordu. Hüseyin Efendi eski şöhretine güvenip Dördüncü Mehmed'in annesi Turhan Sultan'a gizlice mektuplar göndererek affını talep etti. Ancak bu mektuplar müneccimbaşının İstanbul'dan gitmediğini ortaya çıkarmıştı. Düşmanları müneccimbaşının İstanbul'dan gitmeyerek padişahın emrine karşı çıktığını, bu yüzden öldürülmesi gerektiğini söylediler. Bunun üzerine müneccimbaşının yakalanıp, idamı için asker gönderildi. Hüseyin Efendi, yalıdayken kendi doğum tarihi üzerinde yaptığı bazı hesaplardan birkaç gün içinde sıkıntıya düşeceği sonucuna varmıştı. Görevlilerin geleceği günün erken saatlerinde bir kayığa binip yalıdan uzaklaştı. Tam arkasından görevliler yalıya geldiler ve müneccimbaşının yalıdan ayrıldığını anladılar. Hemen kayıklarına binip, Hüseyin Efendi'yi Rumeli Hisarı'nda ulaşmışken yakaladılar. Hüseyin Efendi'yi elbiselerini soyup, öldürdükten sonra cesedini de denize attılar. Birkaç gün sonra dalgalar Hüseyin Efendi'nin cesedini kıyıya vurdu. Bir zamanların şanlı müneccimbaşını tanıyanlar Hüseyin Efendi'yi defnettiler. Padişahlar hakkında geleceğe dair çıkardığı hükümlerle meşhur olan Müneccimbaşı Hüseyin Efendi kendi derdine çare bulmakta aciz kalmıştı. Öleceğini söylediği Dördüncü Mehmed ise 43 yıl daha yaşayacaktı.

İstanbul Boğazı, meşhur ismiyle Boğaziçi nasıl oluştu?

“İstanbul Boğazı, daha meşhur ismiyle Boğaziçi nasıl oluştu?” Bu soru yüzyıllardır bilim dünyasını meşgul etmiştir. Günümüzde uzmanlar, İstanbul Boğazı açılmadan önce Karadeniz’in küçük bir tatlı su gölü olduğunu belirtmektedirler. Ama İstanbul Boğazı’nın insan gücüyle mi yoksa kendiliğinden mi oluştuğu sorusuna henüz bir cevap verilememiştir. İnsan gücüyle açılan Süveyş Kanalı ve Panama Kanalı, uzun mesafeleri kısaltmıştır; ancak İstanbul ve Cebelitarık boğazının açılması daha eski çağlarda olduğundan bunlar hakkında arkeolojik çalışmalar yapılmaktadır. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde, İstanbul Boğazı’nı ve Cebelitarık Boğazı’nı İskender-i Zülkarneyn ve onun ordusunda bulunan Hızır Aleyhisselam’ın açtırdıkları anlatılmaktadır. Ayrıca, Üsküdar ile Sarayburnu arasında çok mamur bir şehrin olduğu ve bu şehrin İstanbul Boğazı’nın patlamasıyla sular altında kaldığı da aktarılır. Evliya Çelebi, İstanbul ve Cebelitarık boğazlarının açılışını şu şekilde anlatmaktadır: “Allahü Teâlâ, yeryüzünü bu­günkü şekline koymak için İskender-i Zülkarneyn'i yarattı. Zira “Cenâb-ı Al­lah bir şey murad ederse, sebebini hazır eder.” âyeti üzere, Âdem (a.s.)'ın dünyaya gelişinden 5079 yıl sonra yeryüzünde İskender-i Kübra pa­dişah oldu. Bütün hükümdarlar ona itaat ettiler. Fakat Yunanlı­ların Makedonya ve İzmirne sahibi Kaydâfe, İskender'e itaat etmeyip, kuvvetli bir hasım oldu. İskender, Kaydâfe'ye bir türlü galip gelemiyordu. Sonunda İskender, seyahat maksadıyla gizlice Kaydâfe'nin ülkesine ayakbastı. Kaydâfe’nin divanına girdi. Onun hal ve hareketini araştırırken, Allah'ın hikme­ti, Kaydâfe’nin askerleri İskender'i tanıdılar. Onu yakalayıp Kaydâfe’nin huzuruna getirdiler. Kaydâfe, daha önce İskender'in res­mini yaptırmış olduğundan, onu hemen tanıdı ve hapse attırdı. İs­kender, uzun zaman hapiste kaldı. Sonra Kaydâfe, İskender’i ha­pisten çıkarttı. Kendisi ile savaş etmeyeceğine ve kılıç çekmeyece­ğine dair İskender’e yemin ettirip onu serbest bıraktı. “İskender, oradan Elburz Dağı eteğinde hükümet merkezi olan Irak Daviyân'a geldi. Bütün bilginleri toplayıp bir görüşme yaptı. Vezirleri: ‘Pâdişâhım, Kaydâfe denilen o kadının ne haysiyeti ola! Denizler gibi asker ile üzerine gidip vilâyetini harab edip, halkını kılıçtan geçirip, ciğerlerini kebap edelim’ dediler. İskender onlara: ‘Kerim olan verdiği sözünde durur. Kaydâfe beni hapisten çıkar­dığında, üzerine asker göndermemeye ve kılıç çekmemeye söz verip yemin ettim. Buna bir çare verin ki, Kaydâfe’den intikam alalım.’ diye cevap verdi. O anda hemen Hızır (a.s.): ‘Ey İsken­der! Eğer Kaydâfe’den intikam alalım dersen, savaş yapmaya bile lüzum yok. Hemen Karadeniz'i Makedonya yakınından kesip, Akdeniz'e akıtalım. Kaydâfe’nin bütün ülkesini suya boğar ve intika­mını alırsın. Böylece ettiğin yemin ve verdiğin sözünde de durmuş olursun.’ dedi. İskender'in bütün bilginleri: ‘Allah mübarek eyleye, Allah'ın ilhamı ile en güzel çare bu ola.’ diyerek karar verdi­ler. Derhal bilginler, hocalar ve mühendisler Karadeniz ile Akde­niz'in yüksekliğini ölçtüler. Karadeniz daha yüksek idi. Yedi yüz bin, dağ deviren işçi toplandı. Karadeniz'in suyunun kesilmesine baş­landı. Bütün bu işlere Hazret-i Hızır bakıyordu. Zira Hazret-i Hızır, İskender-i Zülkarneyn’in ordusu­nda asker idi. “İskender ile karanlıklara varıp, âb-ı hayatı (Hayat suyu = ölümsüzlük) içmek Hızır'a nasib oldu. Hâlâ zinde durumdadır. Hazret-i Musa ile arkadaş olduğuna dair Kur'an-ı Kerim'de âyet var­dır. Hâlâ deniz işlerinde memurdur. Karadeniz'in Akdeniz'e karıştırılmasına sebep, Hızır Ne­bî olmuştur. Bu çalışma, üç sene sürdü. Neticede boğaz açıldı ve Kaydâfe'nin şehirlerinden Makedonya'yı, Es­ki İstanbul'u, Yoruz Kalesi’ni ve yedi yüz kadar şehri su basıp askerinden bir kişi bile kurtulamadı. Bu meşhur kıssa daha sonraları bir beyitte şöyle yer almış: Fırsatında düşmana veren amân / Kaydâfe gibi olıser bî-güman “O asırda Karadeniz ile Akdeniz arasında binlerce köy ve kasaba ve büyük şehirler vardı. İstanbul'un Sarayburnu ile Üs­küdar arasında Makedonya şehri vardı. Yedi yüz ılıcalı büyük bir şehir idi. Suda kaybolmuş, İskender-i Kübra da böylece Kaydâfe’den intikam almıştı. Sarayburnu'nda Makedonya şehrini hemen onarmaya başladı. O zamandan beri Macar ülkeleri Sirem ve Semendire sahraları, Leh, Çeh, Kırım, Kamer el-Kam, Kıpçak ve Heyhat vadileri denizden uzaklaştı. Hepsi İrem bahçeleri gibi gönül açıcı yerler oldu. İnsanoğlu ve hayvanlar için otluk ve ekilir yerler oldu. “Büyük İskender, Makedonya'yı hükümet merkezi yaptı. Sonra yine Allah'ın emri ile Akdeniz'in Septe Boğazı (Cebelitarık) olan yeri de açıp, Akdeniz'i okyanusa akıttı. Yunanca'da Okyanus Denizi derler. Arap dilinde Muhit Denizi (Bahr-i Muhit) denir.” Yedikıta Dergisi (9.sayı, Mayıs 2009) 

Harika Yetenekli İnsanlar / 2011 {-1-}

YEMEK DUASI VE SIRRI

YEMEK DUASI VE SIRRI !! Yemek duasinda cok büyük kerametler vardir.Yemeklerden sonra bu dua'ya devam edilen evde bereket kesilmez.Ve O ailenin cocuklari anne ve babasina asi olmazlar. Elhamdü lillah ( 2 Kere) Elhamdü lillahillezii et`amenaa vesegaanee vecealenee minel müslimiyn. Elhamdü lillehi rabbil alemiyn vessaleeti vesseleemü alaa seyyidinaa Muhammedin ve alaa eelihii ve sahbihii ecmaıyn. Vagfu anne vagfirlenaa verhamnaa ente mevlanaa fensurnaa alel gavmil kefiriyn. ( 3 Kere ) Allahümme salli alaa seyyidinaa Muhammedin biadedi envaaırrızgı velfütüühaat yaa baasıtullezii yebsüturrizga limen yesaau bi gayri hisaab. Übsut aleynaa rizgan veesian min külli cihetin min hazeeini gaybike bigayri minneti mahluug bi mahzi fazlı keramike bigayri hisaab. Yaa ekramel ekramiyn veya erhamerrahimiyn, iftahilbaabe yaa Allah ( 3 Kere ) Yaa Allahu yaa kafii yaa fettaah yaa müfettih fettih bil hayr. Allahümmegfir sahibe hezettaami vel eekiliyn. Allahümmec al devletenaa daaimen evleedenaa aalimen saaliha velaa tüsallit aleynaa zalimen. Allahümme zid velaatengus nıgmeten kesiyraten bihurmetil FATIHA… NOT : Duadaki bazi harfler ikiser yazilmistir, bu o harfleri biraz uzatarak okumak anlamina gelir. MANASI : Hamd Allaha mahsustur. ( 3 kere ) Hamd bizi doyuran, sulayan, ve bizi müslümanlardan eyleyen Allaha mahsustur. Hamd alemlerin rabbi olan Allaha mahsustur. Salatu selam efendimiz Muhammed s.a.v. ile O´nun al ve ashabinin tamami üzerine olsun. Bizi afv eyle , bizi magfiret eyle , bize rahmet eyle ( Allahim ). sen bizim mevlamizsin; kafir kavimler üzerine- galib gelmemiz icin – bize yardim eyle.( 3 kere ) Allahim rizkin ve fetihlerin her cesidinin adedi kadar, Efendimiz Muhammed Mustafa´ya s.a.v. rahmet eyle. Ey istedigine rizki hesabsiz olarak yayan Rabbim! Mahlukata minnet ettirmeden, sadece kereminin fazliyla, kendi gayb hazinelerinden, her cihetten bizim üzerimize hesabsiz olarak rizk sac , ey ikram edicilerin en cömerdi ve ey merhamet edicilerin en merhametlisi. Ya Allah ( hayra ait ) her kapiyi ac, ( 3 kere ) Ya Allah ya Kafi , ya Fettah , ya Müfettih ! Hayirli olarak ac ( hayirli fetihler nasib eyle ) Allahim bu yemegin sahibi ve yiyenleri magfiret buyur. Allahim onlarin devletlerini daim, evladlarini alim, salih eyle.Onlar üzerine zalimleri musallat etme ! Allahim Fatiha suresinin sirri hürmetine, -bize- bir cok nimetler fazlalastir, noksanlastirma !

Tristia - Hammock

World Of Love