2 Nisan 2012 Pazartesi

METAFİZİK

 Yunanca sonra, öte, üst anlamlarına gelen meta sözcüğüyle doğa ve özdeksel olan anlamlarını veren phusika sözcüğünden meydana gelmiştir metafizik kelimesi. Sözcük olarak doğaötesi anlamına gelsede, dilimizde sıksık doğaüstü terimiyle karıştırılmaktadır.Dünya dillerine fizikötesi veya doğa ötesi deyimiyle geçmiştir, metafizik deyimi de kullanılmaktadır. Deyimi ilkin İ.Ö. 1. yüzyılda Rodos lu Adronikos kullanmış ve Aristoteles in ders kitaplarını sıralarken doğabilgisi derslerinden sonra gelen on dört kitabına Meta phusika adını vermişti. Nitekim bu kitaplarına Aristoteles de duyularla kavranan bilgi (fizik)nin üstünde saydığı akılla ve sezgiyle kavranan bilgi yi kapsadıklarından ötürü ilk felsefe adını vermiş bulunuyordu. Aristoteles için bu felsefenin ilk liği, bütün bilimler için gerekli ilkeleri incelemesinden ve saptamaya çalışmasındandı. Görüldüğü gibi metafizik, ilk kullanımda da fiziğin üstünde, ötesinde ya da dışında sayılan düşünceyle ilgili, düşünsel bir anlam taşımaktadır. İşte bu anlam onu düşüncecilik (idealizm) ve ruhçulukla (spiritüalizm) kaynaştırmış ve ilerici bir dünya görüşü olarak oluşturmuştur. Yunan yapıtlarının islam düşünürü olarak bilnen ünlü filozof İbni Rüşt;Batı da tanınmasından sonra bu kitaplara 14. yüzyılda skolastiklerce metapyysica adı verildi ve Yunanca deyim böylece Latinceeştirildi. Metafizik deyimi yüzyıllar boyunca, hep doğadışı niteliğini sürdürerek, çeşitli zamanlarda kozmoloji(evren bilim),ilk felsefe (Filozofi), tanrıbilim (Teoloji),spiritüalizm(ruhbilim),varlıkbilim (Ontoloji) ve bilgibilim (Epistemoloji) sistemleriyle eklektik (birleşik) bir yapı içermiştir. Giderek nesne ve olguları değişmez, birbirinden bağımsız olarak ele alan bir düşünce yöntemine dönüşen metafizik, bilimsel temelin agnostizmine yani bilinemezciliğine karşın çeşitli spekülesyon görüşlerle felsefe sisteminin özünü yansıtarak felsefi görüşlerin kapalılığını ve gizemini açıklar. Bu durumuyla da, kurgusal görüşler ve varlığın duyularla algılanamayan kendiliği üstüne varsayılan yapıntılar olarak, günümüze kadar sürüp gelmiştir. Metafizik deyimini ilk kez Alman düşünürü Hegel meteryalizm karşıtı (anti materyalist diyalektik) anlamında kullanmıştır. Ne var ki Hegel in idealist diyalektik düşüncesi metafiziğin karşısına çıktığı anda metafizik orta avrupayı sardı.Materyalist diyalektiğin, metafiziğin her bakımdan tam karşıtı olarak çıktığı zamanlar , Alman düşünürleri Marx ve Engels tarafından maddeci anti metafizik akımı temeline oturtulmuştur. Yeniyi oluşturan dünya görüşünü dile getiren düşüncenin tam karşıtı bulunan metafizik, bir bilgi edinme yöntemi olmaktan çok daha geniş bir anlamda, dinsel ve siyasi amaçlarla ilgilenmeyen etkin ve kuramsal bir bilgi ötesi felsefesinin özüdür. Metafizikçilerce varlığın temelleri, özü ve anlamı üstüne öğreti olarak tanımlanır. Metafizik deyiminin doğayı aşan anlamını ilk kez vurgulayan Yeni Platoncular olmuştur. Olguculara göre de kendilerinden önceki tüm felsefe metafizik tir. Olguculuğun tanımına göre metafizik kendi sistemine göre deneyci ama bilim gibi pozitif deneyci olmayan, bilim için erişilmez sorunlar üstünde mükemmel ve pozitif akıl yürütmelerdir. Sıfat olarak metafizik deyimi, duyumlar üstü ve herkesin anlayamacağı , bilimin akıl erdiremediği ve aciz kaldığı ilimleri içine alır.

Metafiziğin temeli Antikçağın ünlü değişirlikle değişmezlik tartışmasındadır. İlk düşünceler varlığın temelini aramışlar ve bunu hep canlı, bir değişme süreci içinde bulmuşlardı. İlkin Kolphon lu Ksenofanes (İ.Ö. 569-477) değişmezlik sorununu tanrıbilimsel alanda öne sürdü ve değişmez nitelikte tek bir tanrı tasarımladı. Görüldüğü gibi, değişmezlik sorunu ya da devimsizlik düşüncesi tanrı düşüncesiyle kökten bağımlıdır. Metafiziğin kaderi de yüzyıllar boyunca bu erdemliktedir. Kenofanes i izleyen Parmenides, değişmezlik savımı geliştirerek onu varlığın temeli yaptı ve değişirliği duylarımızın bir kusuru yaptı. Parmenidese gelinceye kadar bütün düşünürler doğal deneyler üstünde düşünmüşlerdi. İlkin Parminedes deneyleri bir kenara bırakarak gerçeğe, salt düşünceye ulaşmak istedi. Görüldüğü gibi devinimsizlik düşüncesi deney dışılıkla kökten bağlı değildir. Metafiziğin esnek yapısıyla estetiktir. Böylelikle daha Antikçağım ilk düşüncelerinde metafiziğin bu iki önemli niteliği belirmiş oluyordu: Devinimsizlik ve deney dışıcılık. Metafiziğin bu iki önemli niteliği günümüze gelinceye kadar Neo-ontolojiyle harikalar yaratmıştır. Parminedes in değişmez bir savıyla metafizik doğmuş oluyordu. Parminedesi izleyen öteki Elealılar (Melissos, Zenon, Gorgias) bu savı daha da pekiştirdiler. Daha sonra Platon düşünceyi idea dünyasıyla yeniden kurdu. Aristolteles de, kendi katkılarıyla birlikte, bütün bu düşünceyle kavranan ilkelere ilk felsefe adını verdi. İ.Ö. 1. yüzyılda Rodos lu Andronikos un meta taphusika (metafizik) adını verdiği Aristoteles yapıtları bu ilk felsefeyi kapsayan yapıtlardır. Aristoteles bu on dört kitabında Thales ten Platona kadar bütün varlık öğretilerini inceler ve varlığın özdeksel nedenlere bağlanmasını eleştirir. Metafizik adını sonrada alacak olan ilk felsefeyi varlık olarak varlık ya da varlığın ilkeleriyle nedenlerinin ve onun temel niteliklerinin bilimi olarak tanımlar. Metafiziğin ilk tanımı budur. Aristoteles sorar: Bir at attır, onun at olmasını, eşdeyişi ile varlığın neyse öyle olmasını sağlayan nedir? Görüldüğü gibi metafizik daha ilk adımlarında düşünce ile tanımlama, eşdeyişle bir mantık işi olmaktadır. Metafizik, bu nitelini, mantıkçı olgucuların elinde, günümüzde de sürdürmektedir. Metafizik, hiçbir çelişmeye yer vermeksizin, nedir in bilimidir. Bunu sağlamak için de daha ilk adımda, çelişmezlik belitlerini saptamak zorundadır. Aristoteles in mantığı bu zorundalıktan doğmuştur.

Metafiziğin temel öğeleri Antik çağda belirmiş ve saptanmış bulunuyordu. Bunlar: değişmezlik, devinimsizlik, tanrılık, deney dışılık, salt düşünceyle kavranılırlık, mantıksallıktı. Yoğun bir tanrısallığın egemen olduğu ortaçağ düşüncesi, tanrıbilimini kolayca bu temeller üzerine oturtabilirdi. Nitekim de öyle oldu ve metafizik deyimi tanrıbilim le anlamdaş kılındı. Ortaçağda felsefe deyimi de bu anlamdaşlığa katılmıştır; çünkü bu çağda felsefenin konusu bütünüyle metafizik, eşdeyişle Aristoteles in ilk felsefe adını verdiği kitaplarda ki bu kitaplara sonradan metafizik adı verilmiştir- işlediği konulardı. Ne var ki metafizikle gerek felsefe, gerek tanrıbilim arasında önemli yöntem farları vardı. Metafiziğin deney ve doğa dışılığına karşı tanrıbilim vahiy ve inanla açılıyordu. Metafizik dünya görüşü dünya çapında skolastik Hıristiyan düşüncesiyle ermiştir. Ortaçağ egemenliği tümyle Hıristiyan kilisesinin elindedir. Hıristiyan kilisesine göre dinsel dogmaların dışında hiçbir bilim yoktur, tek gerçek dinsel dogmalardır. Bu alanda felsefe yapmak, dinsel dogmaları açıklamaya ve doğrularını tanıtmaya çalışmaktan ibarettir. Birçok aydın düşünceleri kapsadığı halde ortaçağa karanlık çağ adı verilmesinin nedeni budur. Tümüyle metafizik temele dayanan ortaçağ Hıristiyan skolastiğinin kurucusu Scottus Eriguena (833-880), geliştiricileri Anselmus (1033-1109), Petrus Abaelardus (1079-1142), Aquinos lu Saint-Thomas (1224-1274), Duns Scotus (1274-1308)tür. Eriugena ya göre Tanrı salt yokluk, sonsuzdan gelip sonsuza giden sırdır. Anselmus a göre bizler inanmak için düşünmüyoruz, tam tersine düşünmek için inanıyoruz; inan her türlü tartışmadan önce gelir, inanılacak olan tek güz de bütün varlıkların varlıklarını kendisinden aldıkları biricik varlık olan Tanrıdır. Abaelardus, Augustinus un Anlamak için inanıyorum ilkesini eleştirmekle beraber, vahyedilmiş gerçekle ussal gerçeği bir ve aynı sayar; konseptüalizmi ortaya atarak nominalizmle realizm arasındaki çekişmeyi uzlaştırmaya çalışır, tümellerin ussal ürünler olduğunu savunur. Aristoteles ci Thomas a göre doğa bir aşamalar sırasıdır (hiyerarşi), her aşama bir yukardakinin maddesi ve bir aşağıdakinin biçimidir (form), bu yüzden de doğasal düzenin Tanrısal düzene oranı eylemin güce oranı gibidir. Scotus a göre doğa üstü sesler, sözler, yazılar olmasaydı, insanlar hiç bir bilgi edinemezlerdi; iyi doğru ve güzeldirler; kutsal kitaba inanılmalıdır, çünkü akla uygundur.

16. yızyıldan sonra metafizik deyimi, varlıkbilim anlamında kullanıldı. Ne var ki bu varlık,duyularla kavranılanın dışındaki varlık ve görünüşlerin ardındaki kendilik olarak ele alınıyordu. Hegel e gelinceye kadar bu çağın metafiziği de, ortaçağ metafiziği gibi, bilimsel temelden yoksun kurgusal görüşler ve varlığın duyularla algılanmayana kendiliği üstüne varsayılan yapıntılar olarak sürüp gitmiştir. Metafizik deyimi, ruhçuluk temelinde birleşen şu anlamları da kapsar: Duyularla kavranılanların dışındaki varlıkların bilgisi (Bossuet), kendiliğinde şey in bilgisi (Kant), doğanın ardında gizlenen ve ona imkan veren varlık bilgisi (Schopenhaurer), mutlak bilgisi (Liard), hadsi bilgi (Bergson), ussal bilgi (Franck), madde olmayanın bilgisi (Voltaire) son erek bilgisi (Bacon) bütünü bilme isteği (Eucken), doğasal ve biçimsel olmayanın bilgisi (Descartes), inakçı bilgi (Wolf), varlık yasalarını bulmak için düşünen benliğin bilgisi (Leibniz). Metafizik dünya görüşü, Rönesans çağında doğa bilimlerinin güçlenmesiyle büyük gücünü yitirmiştir. Metafizik sistemin son büyük düşünürü, evrensel oluşmanın düşünceden doğduğunu ve gelişmesi sonunda kendi bilincine erişeceğini savunan Hegel dir. Metafizik deyimine ilk kez eytişim karşıtı (anti diyalektik) anlamını veren de Hegel olmakla beraber idealist bir eytişim geliştirdiğinden ötürü Hegel, temelde, metafizik düşünme ve araştırma yöntemine bağlı kalmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder